·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA SMS  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
·  CHAT  
·  NETMEETING  
   
   


  DUYGULAR

     Ayten Kılıçarslan

 

info@yeni-yurt.de



Azınlık Türk kadın hareketi var mı?

                                                                        Ayten KILIÇARSLAN
                                                                        Diplom Pedagog

Hangi ülkedeki kadından bahsedilirse edilsin, kadın denince akla aile ve çocuk kavramları geliyor. Hele hele konu Türk kadınıysa... “Yuvayı dişi kuş yapar”, “kadın insanı rezil de eder vezir de” ve “ana gibi yar olmaz” türü atasözlerimizin de mutlaka bu çağrışımda katkıları olmalı. Henüz kadını aileden ve çocuktan bağımsız, başlı başına bir varlık olarak değerlendirmeyi yeni yeni öğreniyoruz. Halbuki her durum ve şartta, ana ve eş kavramlarını kadınla beraber vurgulamak, kadını subje olmaktan, varlığı başka bir varlığa bağlı toplumsal bir öge olmaya doğru itiyor. Toplumsal bir eleman olan varlık da ancak toplumla ve toplumun küçük birimleriyle var oluyor, topluma katkısı ölçüsünde değer kazanıyor veya fark ediliyor. Yani bir türlü birey olarak görülemiyor. Aile dışında kaldığında değerini yitiriyor. Boşanma hâlinde statü kaybediyor. Sebep aşırı şiddet de olsa evini terk ettiğinde “kötü” damgası yiyor. Halbuki erkek öyle değil. Hem toplumsal bir varlık, hem de birey.

Kadını da erkeği de sadece bir cinsiyet unsuru veya başka işlevlerle değerlenen bir fonksiyonel varlık olarak görmeden, duyguları, aklı, ezilmişliği, başkaldırısı, zavallılığı ve gücüyle birlikte bir bütün olarak algılamak herhâlde en doğrusu. Nitekim insan denen varlık, kadın olsun erkek olsun, her türlü uç unsurları bünyesinde yaşatabiliyor. Üstelik bütün semavi dinler, özlerinde adaleti ifade ettiklerini iddia ediyorlar. O halde kadın-erkek ilişkilerinde de kadına ve erkeğe verilen insan değerinde teorik olarak bu adalet hissedilebilmeli. Ancak yaşadığımız hayat, adaletin ancak hak talebinde bulunanlara, kendisini en fazla ve en iyi ifade edebilenlere işlediğini, diğerleri için yabancı bir kelime olmaya devam ettiğini gösteriyor. En azından “insan eliyle sağlanan” beşeri adalet için bu geçerli.

Adaletin eşit dağıtılabilmesi için ise elbette herkesin her şartta ortak pay edinmesi gerekmiyor. Fakat en azından “eşit işe eşit ücret” gibi, cinsiyetten dolayı ayrımcı muamele görmemek gibi, insanlık onurunun korunması, şiddetle zedelenmemesi gibi bazı temel istekler kadınlar için de geçerli olabilmeli. Kadın hakları savunucularının buluştuğu ortak istekler de aslında bu üç talepte özetlenebilecek kadar basit ve anlaşılabilir. Fakat gerek dünya nimetlerinin kaymağını kendi aralarında paylaşan Batılı toplumlarda, gerekse “diğerlerinde” hâlâ bu mücadele son bulmuş değil. Çünkü bir türlü hedefe ulaşılamıyor. Çünkü hâlâ üstlenilen vazife ve sorumluluk oranında elde edilmesi gereken haklar sahiplerini bulmuyor. Hatta daha önceleri erkeklere yüklenilen vazife ve sorumluluğun gitgide kadınlarca paylaşıldığı, fakat nedense aynı vazifelerden doğan hakların erkekler üzerinde sabit kaldığı, ya da kadın tarafından aynı oranda paylaşılamadığı görülüyor.

Ya kadınlar bu durumu değiştirmek için ne yapıyorlar? Kendi aralarında örgütlenerek toplumu dönüştürmeye çaba göstermedikleri iddia edilemez. En azından içinde yaşadığımız toplumdaki kadın hareketleri, toplumun dönüşümünü sağlamak için endüstrileşmeden bu yana mücadelelerini sürdürmeye devam ediyorlar. Endüstrileşme, kadın hareketlerinin işçi hareketlerine paralel olarak toplumda hissedilir boyutlarda varlığını hissettirdiği bir süreç. Yani bıçak kemiğe dayanmaya başladıktan, günde 16 saati geçen çalışma şartları ve diğer olumsuzluklar kadını başkaldırmaya zorladıktan sonra. Tabii başkaldırının “ortak düşman” patronlara karşı başlaması, kadın hareketlerinin geniş tabanda yayılmasını kolaylaştırıcı önemli bir etken olmuş.

İşçi kadının hak talebini, anne olarak kadının, eş olarak kadının ve son aşamada da birey olarak kadının hak talepleri takip ediyor. Geride bıraktığımız 20. yüzyılın son çeyreğinde ise şiddete karşı “kadın sığınma evleri”nin kurulmaya başlaması ve Almanya da dahil Batı Avrupa’da yayılması, en dikkat çekici gelişme. Bu arada kadınların kendi örgütlenmelerini oluşturarak kendilerine profesyonel çalışma alanları yaratmalarını da unutmamak gerekir. Politikada rastlanan kota uygulamaları ise henüz tam olarak politik arenaya damgasını vuramamış, Yeşiller gibi bazı hareketler dışında partilerce sindirilememiş son çabalar.

Göçmen Türk kadınları bütün bu gelişmelerden nasıl etkileniyor? Bu sorunun cevabını vermek için çok erken. Şimdilik göçmen Türk kadınları mevcut yapılanmaları öğrenmek ve zaman zaman onlardan yararlanmakla meşguller. Kadın hareketleri, metot ve muhtevalarıyla henüz azınlık Türk kadın hareketine fazla etki yapabilmiş değil. Aslında, henüz etkili bir azınlık Türk kadın hareketinden bahsetmek dahi güç. Kadınlar halihazırda “kol” olmaya dahi razı iken, bağımsız bir azınlık Türk kadın hareketinden söz edebilmemiz için oldukça uzun bir zaman geçmesi gerekiyor. Yani önce Türk kadınının, Almanya’da azınlık olmanın, kadın olarak ve kendi toplumundan başlayarak toplumu dönüştürecek potansiyele sahip olmanın farkına varmaları gerek. Mevcut yapılanmalar içindeki kadınlar, kendilerini kadın hareketi olarak görseler de, aslında daha çok birer ideolojik faaliyet gurubu gibi hareket ediyorlar. Var oluş sebepleri, Türkiye’deki partilere mâli destek sağlamak ve kitle örgütlerinin kadın kolları olarak bağlı bulundukları örgütlerin ideolojik taleplerine uygun faaliyetler yapmak.

Elbette azınlık Türk kadınlarının “kadın hareketi” sayılabilmeleri için Batılı hemcinslerinin geçirdikleri süreci yeniden ve aynen yaşamaları gerekmiyor. Aynı üslubu benimsemeleri de. Zaten taklitle mesafe alındığı görülmemiştir. Bu arada pek çok Türkiye kökenli kadın, “Emma” gibi mevcut kadın hareketlerinde yer alıyorlar. Fakat hiçbir zaman tarihin onlardan “Almanya’da yaşayan azınlık Türk kadın hareketinin öncüleri” olarak bahsedeceğini sanmıyorum. Zira onlar, sadece Alman kadın hareketinin birer elemanı olarak tarihte yerlerini alacaklar. İdeolojik derneklerin öncü kadınlarından ise büyük ihtimalle en fazla kendi ideolojilerinin antolojileri bahsedecek.

Azınlık Türk kadınlarının bir “kadın hareketine” ihtiyaçları var mı? Galiba bunu, ortaya çıktıklarında anlayacağız...


* Bu yazı, yeniyurt dergisi Tanıtım sayısından iktibas edilmiştir.


E-Posta: info@yeni-yurt.de



Yazarın diğer yazıları:

Kadınlar siyasetin neresinde?
Azınlık Türk kadın hareketi var mı?

SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Latif Çelik
Yanlış ata oynamanın bedeli
Ayten Kılıçarslan
Azınlık Türk kadın hareketi var mı?
Mahmut Aşkar
Dünya barışını tehdit eden kim?
Ozan Yusuf Polatoğlu
Bayram o bayram ola
Üzeyir Lokman Çaycı
Varoluş üçgeni
Şefik Kantar
Terörün yeni yüzü
Fikret Ekin
Cadı Avı
Sebahattin Çelebi
Gelirim ben sana
Sizden Biri
Seccadem
Muhsin Ceylan
Bekleyip, göreceğiz!
Ismail Tüysüz
Zamanı saklamanın sihri
Dr. Nebil Bozdoğan
Sars hastalığı ve bugünkü bilgilerimiz
İsmail Altıntaş
Akıl, Vahiy ve İslam Toplumları...
Ali Kılıçarslan
Sömürge Medeniyeti
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç