DUYGULAR
Ayten Kılıçarslan
|
|
ayten.kilicarslan@web.de
|
ALMANYA’NIN ÜÇ SORUNU
Almanya’nın en önemli sorunlarını üç başlık altında toplamak
gerekirse bunlar önem derecesine göre eğitim, islam
düşmanlığı ve demografi olarak sıralanabilir.
EĞİTİM SORUNU
En son İkinci Dünya Savaşı sonrası elden geçirilen Alman
eğitim sistemi, 21. yüzyıl Almanya’sında yarım asırdan fazla
bir süre toplumdaki değişim ve dünyadaki gelişmeler dikkate
alınmaksızın ısrarla uygulanmaya devam ediyor. Eğitim
sisteminin özellikle yaygın eğitimde ara sıra revize edilen
tarafları ise hala optimize olmaktan uzak. Bu durumu
incelemek için eğitim sistemini örgün ve yaygın eğitim
olarak ikiye ayırarak ele almak gerekir.
Örgün eğitimde, sistemin en önemli çıkmazı, eleyicilik
prensibinden vazgeçmemesi ve bu prensibi, öğrencinin gelişim
evrelerini dikkate almaksızın ısrarla uygulamaya
çalışmasıdır. Bazı eyaletlerde beş, pek çoğunda ise dördüncü
sınıftan itibaren kabiliyetlerine göre farklı okul türlerine
dağıtılan çocukların hayatları, istisnalar hariç, bu aşamada
belirlenmektedir. Çoğu zaman dönüşü olmayan bu yola dördüncü
sınıfta, hatta reel olarak üçüncü yılın sonunda karar
verilmektedir. Halbuki bu sürede çocuğun öğrenme
alışkanlığı, kendisini gösterme ve sosyalleşme aşaması henüz
belirginleşmemiştir. Böylece çocuğun yanlış yönlendirilme
riski artmaktadır. Halbuki çocukların en az sekiz-dokuz yıl
eşit seviyede desteklenmesi ve ergenlik bunalımının en
tehlikeli evresini yaşadığı yedinci sınıfta deneme safhası
da biterek dönüşü olmayan yola girmesi yerine, kendisine iki
yıl kadar daha süre verilmesi, pek çok eğitimci tarafından
tavsiye edilmektedir. Ancak bu ve diğer sistemi değiştirmeyi
öngören tavsiyeler, eyaletler ve federal yapıda eğitim
politikasını üretenler tarafından çok da dikkate
alınmamaktadır.
Federatif devletin, 1948 yılında kurduğu KMK (Kültür
Bakanları Konferansı) eliyle eyaletler arasında eğitim
alanında uçurumlar oluşmaması için 2003 ve 2004 yıllarında
ulusal düzeyde eğitim standartları oluşturmaya çalışsa da,
ana sorun yerine detaylar üzerinde durmayı yeğlediğini
görüyoruz. 2006’da federal düzeyde Eğitim İzleme
(Bildungsmonitoring) uygulamasıyla önemli bir adım
atıldı ve eyaletten eyalete değişmemesi öngörülen merkezi
sınav sistemine geçildi. Bu sisteme göre okula gitme
mecburiyeti sona erdikten sonra 10. sınıfı bitirerek
“Hauptschulabschluss” ve “Realschulabschluss” düzeyinde
diploma almak isteyenlerle, “Gymnasium” ve dengi okul
diploması alacaklar, okul düzeyleri dikkate alınarak ve
merkezi sisteme tabi sınav sürecinden geçirilerek
oluşturulan bir standarta göre sınanmaya başladılar. Maksat,
eyaletler arasında var olan kalite farklarını en aza
indirmekti. Bu bir şans olarak da görülebilir. Zira, bu
şekilde karma okulara dönülecek olsa da merkezi sınav
sistemi işleyebilir ve bu şekilde üniversite ve yüksek
okullara geçiş için yeni standartlar oluşturulabilir. Ancak,
ana sorun, eleyici sistemden vazgeçilmediği sürece varlığını
sürdürecektir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da, NRW, Bremen,
Hamburg gibi eyaletlerde “Hauptschule” denilen dışlayıcı ve
seviyeyi aşağıda tutmaya mahkum sistem tartışılır,
Baden-Württemberg Eyaleti’nde ismi değiştirilerek içeriği
korunurken, bir diğer okul türü olan “Förderschule” veya
“Sonderschule”lerin durumudur. Daha ziyade engelliler
düşünülerek oluşturulduğu iddia edilen söz konusu destekleme
okulları veya diğer adıyla ayrıcalıklı okullar, bu
tartışmaların dışında tutulmaktadır. Bilindiği gibi bu
okulların ilk kez tanımlanması KMK tarafından 1972 yılında
yapılmıştır. Bu dönem, hatırlanacağı gibi Almanya’ya iş gücü
alımlarının durdurulduğu 1973 yılının arafesidir. Hiçbir
komplo teorisi üretmeden bu tesadüfe dikkat çekmek sanırım
yerinde olacaktır. Sağırlar, ağır düzeyde engelliler, zor
duyanlar, zihinsel engelliler, bedensel engelliler, hastalar
(hastahanelerde yatan öğrenciler), öğrenme engelliler, lisan
engelliler ve davranış bozukluğu olanlar şeklinde kategorize
edilen bu okullarda yabancı ve özellikle Türkiye kökenli
çocukların sayısının artması, yıllardan beri tartışılan ve
çözüm aranan konulardandır. Türk çocuklarının bu okul grubu
arasında son üçüne yoğun olarak gönderildikleri
bilinmektedir. Davranış bozukluğu olanların, öğrenme
engellilerin ve lisan engelliler için hizmet veren okullarda
göçmen kökenliler yanında alt sosyal sınıfa mensup göçmen
olmayan çocukların da yoğunluğu dikkat çekicidir.
Özellikle danışmanlık yaptığım yıllarda edindiğim intiba, bu
okullara gönderilen Türk çocuklarının önemli bir kısmının
diğerlerine göre daha enerjik oldukları ve enerjilerini
harcayamamalarından kaynaklanan davranış bozuklukları
nedeniyle bu okullara gönderilmek istenmeleriydi. Buna
ilaveten zeka düzeyi oldukça dikkat çeken çocukların da
sınıflarda yeterinde desteklenmediği için ders ortamını
bozarak davranış bozuklukluğu göstermeleri ve ortaya çıkan
konsantre bozukluğunun zamanında farkedilerek önlem alınmaması
veya Almanca dil yetersizliği de bir başka sebep olarak
karşımıza çıkmaktaydı. Velilerin tecrübesizliği ve zamanında
tedbir almak üzere yönlendirilmemeleri burada karşımıza bir
başka sorun olarak çıkıyordu. Erken yaşta okul öncesi terapi
(Frühförderung) ve uzman desteği alınamadığı için, çoğu kez
verdikleri tepkiler davranış bozukluğu olarak
değerlendirilen göçmen çocukları, sıkça destekleyici veya
ayrıcalıklı okullara gitme tavsiyesi almakta, hatta bazı
eyaletlerde (NRW örneğinde olduğu gibi) buna zorunlu
tutulmaktalar. Söz konusu öğrenci velilerinin mevcut yapı,
erken teşhis ve erken yardım imkanları hakkında
bilgilendirilme ihtiyacı ortadadır. Bu ihtiyaç, sadece
göçmenlerde değil, sosyal alt sınıflara mensup ailelerde var
olan önemli ve genel bir sorundur.
Destekleme okul türlerinin özellikle davranış bozukluğu
gösteren ve öğrenme zorluğu çeken öğrencilerin alındığı
okulardan mezun olana, veya okula gitme mecburiyeti bitene
kadar daha iyi derecede diploma verilen okullara geçiş
yapmaları pratikte çok zordur. Zira öğrenci ne kadar
kendisini değiştirmeye çabalarsa çabalasın, diğer okullarda
eğitim daha kesif ve farklı bir seviyede seyretmektedir ve
öğrencinin bu okul seviyesine yetişmesi de facto ortadan
kalkmış olur. Aynı durum göçmen çocuklar ve sosyal alt
tabakaya mensup yerli ailelerin çocuklarının yoğun olarak
devam ettikleri Hauptschule okul türlerinde de mevcuttur. Bu
okula giden çocuklar, zaman içinde sistemden ve kendi
geleceklerinden ümidi kesmekte ve gerçek anlamda kendilerini
sistemin dışına itmektedirler. Bu sebeple Almanya’nın en
önemli sorunu, eleyici ve her çocuğa aynı şansı tanımayan
bir örgün eğitim sisteminde ısrar etmesidir. Üniversitelerde
öğrencilerin akademik kariyerlerini başlamadan bitiren harç
sistemi, parası olanın hakkının da olduğu kapitalist bir
yaklaşımın tezahürü ve eğitim sistemindeki eleyici eliter
anlayışın da bir uzantısı olarak görülebilir.
Yaygın eğitim (Weiterbildung) 19. y.y. Almanya’sının ve
aydınlanmanın, halka eğitimi indirme çabalarının önemli bir
ürünüdür. Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya
çıkan Köy Enstitüleri’nin model olarak dayandığı ve temelde
çok iyi bir fikir olmakla birlikte ideolojik bir akımın arka
bahçesi haline getirilerek maalesef Türkiye’de uzun dönem
uygulanamayan ancak Almanya’da sistemin aksamayan bir
parçası olan Halk Yüksek Okulları (Volkshochschule), zamanla
kiliseler ve diğer bağımsız eğitim kuruluşları tarafından da
benimsenerek yaygın eğitimin taşıyıcısı haline gelmiştir.
Ancak burada en önemli problem, bu sistem içinde yer alan
kurum ve kuruluşların halkın eğitim ihtiyacını zamanında ve
doğru okuyarak ihtiyaca uygun arz üretmek yerine, kendi
kendisini tekrar ederek kısır bir döngü içine girmeye
başlamasıdır. Bunun da en önemli sebebi, devletin yararlı
bir sübvanse politikası geliştirememesi, toplumun yeni
üyeleri olan göçmenlerin ve daha az eğitimli “yerli”
kitlelerin bu sisteme adapte edilmelerini başaramamasıdır.
İSLAM DÜŞMAMLIĞI VE DEMOGRAFİK YAPI
Almanya’da İslam düşmanlığı, uzun yıllardan beri mücadele
edilerek ortadan kaldırılmaya çalışılan yabancı düşmanlığı
ve ırkçılık hastalığının yerine oturmaya başlamasından ve
giderek daha da yaygınlaşmasından dolayı en önemli ikinci
sorundur. Hatta bu sorun, global terörün Almanya’ya sıçrama
ihtimalinden daha da tehlikelidir. Çünkü terörle mücadele,
önyargı ve gizli düşmanlıkla mücadeleden daha somut unsurlar
içerir ve daha kolay netice verir.
Almanya bir göç ülkesidir. CDU-CSU kökenli bazı
politikacıların iddialarının tersine, giderek daha fazla göç
ülkesi olmaya devam etmektedir. Almanya’nın en önemli göçmen
kitlesini müslüman kökenliler oluşturmaktadır.
Üçüncü sorun alanı olarak tanımlanan demografik yapıdaki
değişim, Almanya’yı göç ülkesi olmaya zorunlu tutmaktadır.
Nüfus yapısındaki bu değişimle bağlantılı olarak göçün
yoğunlaşması, Almanya açısından bir beklentidir ve bu
sebeple cazibe merkezi haline gelmek isteyecektir. Ancak
giderek daha alt tabakalara yayılmaya devam eden İslam
düşmanlığı, toplumsal barışı zedeleyecek bir noktaya doğru
seyretmektedir. Toplumsal barışın tehdit altında olması,
farklı unsurlara yönelik düşmanca tavırların yaygınlaşması,
Almanya’yı zor duruma sokacaktır.
Nazi Almanya’sı tecrübesinin izleri, bu tecrübeyi yaşayan
insanların hafızalarında canlılığını korurken, bu
düşmanlığın bu ülke için ne kadar anlamlı olduğu açıkça
ortadadır. Nazi Almanya’sının propogandaları ile büyüyen bir
neslin, sosyalleşme evresinde edindiği bu izleri çeşitli
fonksiyonlarıyla yeni nesillere taşıması kadar doğal bir
durum olamaz. Dolayısıyle bu izler uzun yıllar daha ülkeyi
etkisi altında tutacaktır. İnsan hafızası, sosyalleşme
sürecinde tarihin bir dönemi yanlışlarla dolu diye bir anda
bunları kazıyıp atamaz. Söz konusu izlerin İslam düşmanlığı
ile beslenmesi, ülkenin Müslüman halkı için doğal olarak
tehlikeler barındırmaktadır.
Sonuç olarak Almanya’nın bu üç sorun alanı da etkisi
itibarıyla genelde göçmenleri, özelde de Müslümanları
oldukça yakından etkilemektedir. Sorun alanının
Müslümanlarla olan bu bağlantısı, sorunların Müslümanlardan
kaynaklandığı anlamını taşımaz. Ancak Müslümanların bu
sorunların çözümü ile birlikte toplumla bütünleşmelerini ve
topluma sunacakları katkının artmasını hızlandıracak
özellikler içermektedir. Bu sorun alanlarının toplumun
müslüman üyelerinin katkısıyla çözümü çok daha verimli
olacaktır.
Diğer taraftan bu sorun alanlarının Müslümanlar ve
göçmenlerle olan doğrudan ilintisi, bu sorunların çözümünü
zorlaştırmaktadır. Çünkü bu sorunların sadece Müslümanların
veya göçmenlerin sorunu olduğunu zanneden ve kendisini
realiteye açamayan ve kendisini aşamayan unsurlar, asıl
sorunlar yerine Müslümanları gündeme taşıyarak enerji ve
kaynakların boşa harcanmasına sebep olmaktadırlar. 82
milyonu ve Almanya’nın geleceğini doğrudan ilgilendiren bu
sorunların çözülememesinin önündeki en büyük engel budur.
Almanya bu engeli aşmak ve bu zorlu görevi yerine
getirebilmek için bilim dünyasından faydalanmak
durumundadır.
Son olarak Federal Aile Bakanı Schröder’in kendi yaptırdığı
araştırma sonuçlarını kabullenmekte ne kadar zorlandığını
hep birlikte gördük. Oldukça genç bir bayan olan sayın bakan
bu kadar zorlanırsa, kendisinden daha yaşlı ve toplumsal
değişimi kabullenmekte daha çok zorlanabileceği düşünülen
diğer eski politikacıların kendilerini bu raliteye ne kadar
açık tutabileceklerini düşünmek sanırım çok da zor değildir.
(1) Kısaca; yapılacak daha çok iş vardır. Toplumun
vazgeçilmez birer parçası haline gelen Müslümanların bu
noktada kendilerini anlatmalarının ve sorumlulukları
paylaşmalarının ve buna imkan tanınmasının önemi daha da
artmaktadır.
(1) “Yaşlılar daha çok gelişmelere kapalıdır” önyargımdan
dolayı ak saçlılardan şimdiden özür diliyorum. Biliyorum ki,
insanlar yaşlandıkça daha çok muhafazakarlaşsa da, bazen pek
çok gençten daha gerçekçi ve daha dünyaya açık
olabilmektedirler.
Yazarın
diğer
yazıları:
ALMANYA’NIN
ÜÇ SORUNU
Hilal
Sezgin’in Mihriban’ı
Kadın
Dindarlığına Hürriyet
Çağdaş
Dünyada Kadın Sorunlarına İslami Bakış
Almanya
‘artık vatan’ mı?
Yeni
bir skandal!
Buna
hakkınız yok
Almanya’nın
rotası
Müslüman
Kadınlar, Birleşin!
Namus
Cinayetleri
Türkler
şiddet kurbanı
Almanya
yaşlanıyor
A’dan
Z’ye plan olsanız ne yazar?
Seçimler
ve Azınlık Türk Kadın Hareketi İlişkisi
Göçelim,
ancak göçen olmayalım!
Erkekler
farklı mı ölür?
8
Mart Dünya Kadınlar Günü
Aman,
çifte kavrulmayalım!
Avrupa
aydınlanmış da...
Hollanda’da
pişti, üzerimize düştü
Kadınlar
siyasetin neresinde?
Azınlık
Türk kadın hareketi var mı?
SAYFA
BASI
|