A vitaminini unutmayın! Mevsim meyvesi gibisi yok. Strese son vermenin 15 yolu Kendinizi değil kilonuzu yakın
·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  YAZARLAR  
·  SÖYLEŞİ  
·  EKONOMİ  
·  POLİTİKA  
·  SPOR  
·  DÜNYA  
·  KADIN & YAŞAM  
·  SAĞLIK  
·  MUTFAK  
·  ÇOCUKLAR  


  DUYGULAR

     Ayten Kılıçarslan

 

ayten.kilicarslan@web.de




ALMANYA’NIN ÜÇ SORUNU

Almanya’nın en önemli sorunlarını üç başlık altında toplamak gerekirse bunlar önem derecesine göre eğitim, islam düşmanlığı ve demografi olarak sıralanabilir.

EĞİTİM SORUNU
En son İkinci Dünya Savaşı sonrası elden geçirilen Alman eğitim sistemi, 21. yüzyıl Almanya’sında yarım asırdan fazla bir süre toplumdaki değişim ve dünyadaki gelişmeler dikkate alınmaksızın ısrarla uygulanmaya devam ediyor. Eğitim sisteminin özellikle yaygın eğitimde ara sıra revize edilen tarafları ise hala optimize olmaktan uzak. Bu durumu incelemek için eğitim sistemini örgün ve yaygın eğitim olarak ikiye ayırarak ele almak gerekir.
Örgün eğitimde, sistemin en önemli çıkmazı, eleyicilik prensibinden vazgeçmemesi ve bu prensibi, öğrencinin gelişim evrelerini dikkate almaksızın ısrarla uygulamaya çalışmasıdır. Bazı eyaletlerde beş, pek çoğunda ise dördüncü sınıftan itibaren kabiliyetlerine göre farklı okul türlerine dağıtılan çocukların hayatları, istisnalar hariç, bu aşamada belirlenmektedir. Çoğu zaman dönüşü olmayan bu yola dördüncü sınıfta, hatta reel olarak üçüncü yılın sonunda karar verilmektedir. Halbuki bu sürede çocuğun öğrenme alışkanlığı, kendisini gösterme ve sosyalleşme aşaması henüz belirginleşmemiştir. Böylece çocuğun yanlış yönlendirilme riski artmaktadır. Halbuki çocukların en az sekiz-dokuz yıl eşit seviyede desteklenmesi ve ergenlik bunalımının en tehlikeli evresini yaşadığı yedinci sınıfta deneme safhası da biterek dönüşü olmayan yola girmesi yerine, kendisine iki yıl kadar daha süre verilmesi, pek çok eğitimci tarafından tavsiye edilmektedir. Ancak bu ve diğer sistemi değiştirmeyi öngören tavsiyeler, eyaletler ve federal yapıda eğitim politikasını üretenler tarafından çok da dikkate alınmamaktadır.

Federatif devletin, 1948 yılında kurduğu KMK (Kültür Bakanları Konferansı) eliyle eyaletler arasında eğitim alanında uçurumlar oluşmaması için 2003 ve 2004 yıllarında ulusal düzeyde eğitim standartları oluşturmaya çalışsa da, ana sorun yerine detaylar üzerinde durmayı yeğlediğini görüyoruz. 2006’da federal düzeyde Eğitim İzleme (Bildungsmonitoring) uygulamasıyla önemli bir adım atıldı ve eyaletten eyalete değişmemesi öngörülen merkezi sınav sistemine geçildi. Bu sisteme göre okula gitme mecburiyeti sona erdikten sonra 10. sınıfı bitirerek “Hauptschulabschluss” ve “Realschulabschluss” düzeyinde diploma almak isteyenlerle, “Gymnasium” ve dengi okul diploması alacaklar, okul düzeyleri dikkate alınarak ve merkezi sisteme tabi sınav sürecinden geçirilerek oluşturulan bir standarta göre sınanmaya başladılar. Maksat, eyaletler arasında var olan kalite farklarını en aza indirmekti. Bu bir şans olarak da görülebilir. Zira, bu şekilde karma okulara dönülecek olsa da merkezi sınav sistemi işleyebilir ve bu şekilde üniversite ve yüksek okullara geçiş için yeni standartlar oluşturulabilir. Ancak, ana sorun, eleyici sistemden vazgeçilmediği sürece varlığını sürdürecektir.

Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da, NRW, Bremen, Hamburg gibi eyaletlerde “Hauptschule” denilen dışlayıcı ve seviyeyi aşağıda tutmaya mahkum sistem tartışılır, Baden-Württemberg Eyaleti’nde ismi değiştirilerek içeriği korunurken, bir diğer okul türü olan “Förderschule” veya “Sonderschule”lerin durumudur. Daha ziyade engelliler düşünülerek oluşturulduğu iddia edilen söz konusu destekleme okulları veya diğer adıyla ayrıcalıklı okullar, bu tartışmaların dışında tutulmaktadır. Bilindiği gibi bu okulların ilk kez tanımlanması KMK tarafından 1972 yılında yapılmıştır. Bu dönem, hatırlanacağı gibi Almanya’ya iş gücü alımlarının durdurulduğu 1973 yılının arafesidir. Hiçbir komplo teorisi üretmeden bu tesadüfe dikkat çekmek sanırım yerinde olacaktır. Sağırlar, ağır düzeyde engelliler, zor duyanlar, zihinsel engelliler, bedensel engelliler, hastalar (hastahanelerde yatan öğrenciler), öğrenme engelliler, lisan engelliler ve davranış bozukluğu olanlar şeklinde kategorize edilen bu okullarda yabancı ve özellikle Türkiye kökenli çocukların sayısının artması, yıllardan beri tartışılan ve çözüm aranan konulardandır. Türk çocuklarının bu okul grubu arasında son üçüne yoğun olarak gönderildikleri bilinmektedir. Davranış bozukluğu olanların, öğrenme engellilerin ve lisan engelliler için hizmet veren okullarda göçmen kökenliler yanında alt sosyal sınıfa mensup göçmen olmayan çocukların da yoğunluğu dikkat çekicidir.

Özellikle danışmanlık yaptığım yıllarda edindiğim intiba, bu okullara gönderilen Türk çocuklarının önemli bir kısmının diğerlerine göre daha enerjik oldukları ve enerjilerini harcayamamalarından kaynaklanan davranış bozuklukları nedeniyle bu okullara gönderilmek istenmeleriydi. Buna ilaveten zeka düzeyi oldukça dikkat çeken çocukların da sınıflarda yeterinde desteklenmediği için ders ortamını bozarak davranış bozuklukluğu göstermeleri ve ortaya çıkan konsantre bozukluğunun zamanında farkedilerek önlem alınmaması veya Almanca dil yetersizliği de bir başka sebep olarak karşımıza çıkmaktaydı. Velilerin tecrübesizliği ve zamanında tedbir almak üzere yönlendirilmemeleri burada karşımıza bir başka sorun olarak çıkıyordu. Erken yaşta okul öncesi terapi (Frühförderung) ve uzman desteği alınamadığı için, çoğu kez verdikleri tepkiler davranış bozukluğu olarak değerlendirilen göçmen çocukları, sıkça destekleyici veya ayrıcalıklı okullara gitme tavsiyesi almakta, hatta bazı eyaletlerde (NRW örneğinde olduğu gibi) buna zorunlu tutulmaktalar. Söz konusu öğrenci velilerinin mevcut yapı, erken teşhis ve erken yardım imkanları hakkında bilgilendirilme ihtiyacı ortadadır. Bu ihtiyaç, sadece göçmenlerde değil, sosyal alt sınıflara mensup ailelerde var olan önemli ve genel bir sorundur.

Destekleme okul türlerinin özellikle davranış bozukluğu gösteren ve öğrenme zorluğu çeken öğrencilerin alındığı okulardan mezun olana, veya okula gitme mecburiyeti bitene kadar daha iyi derecede diploma verilen okullara geçiş yapmaları pratikte çok zordur. Zira öğrenci ne kadar kendisini değiştirmeye çabalarsa çabalasın, diğer okullarda eğitim daha kesif ve farklı bir seviyede seyretmektedir ve öğrencinin bu okul seviyesine yetişmesi de facto ortadan kalkmış olur. Aynı durum göçmen çocuklar ve sosyal alt tabakaya mensup yerli ailelerin çocuklarının yoğun olarak devam ettikleri Hauptschule okul türlerinde de mevcuttur. Bu okula giden çocuklar, zaman içinde sistemden ve kendi geleceklerinden ümidi kesmekte ve gerçek anlamda kendilerini sistemin dışına itmektedirler. Bu sebeple Almanya’nın en önemli sorunu, eleyici ve her çocuğa aynı şansı tanımayan bir örgün eğitim sisteminde ısrar etmesidir. Üniversitelerde öğrencilerin akademik kariyerlerini başlamadan bitiren harç sistemi, parası olanın hakkının da olduğu kapitalist bir yaklaşımın tezahürü ve eğitim sistemindeki eleyici eliter anlayışın da bir uzantısı olarak görülebilir.
Yaygın eğitim (Weiterbildung) 19. y.y. Almanya’sının ve aydınlanmanın, halka eğitimi indirme çabalarının önemli bir ürünüdür. Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya çıkan Köy Enstitüleri’nin model olarak dayandığı ve temelde çok iyi bir fikir olmakla birlikte ideolojik bir akımın arka bahçesi haline getirilerek maalesef Türkiye’de uzun dönem uygulanamayan ancak Almanya’da sistemin aksamayan bir parçası olan Halk Yüksek Okulları (Volkshochschule), zamanla kiliseler ve diğer bağımsız eğitim kuruluşları tarafından da benimsenerek yaygın eğitimin taşıyıcısı haline gelmiştir. Ancak burada en önemli problem, bu sistem içinde yer alan kurum ve kuruluşların halkın eğitim ihtiyacını zamanında ve doğru okuyarak ihtiyaca uygun arz üretmek yerine, kendi kendisini tekrar ederek kısır bir döngü içine girmeye başlamasıdır. Bunun da en önemli sebebi, devletin yararlı bir sübvanse politikası geliştirememesi, toplumun yeni üyeleri olan göçmenlerin ve daha az eğitimli “yerli” kitlelerin bu sisteme adapte edilmelerini başaramamasıdır.

İSLAM DÜŞMAMLIĞI VE DEMOGRAFİK YAPI
Almanya’da İslam düşmanlığı, uzun yıllardan beri mücadele edilerek ortadan kaldırılmaya çalışılan yabancı düşmanlığı ve ırkçılık hastalığının yerine oturmaya başlamasından ve giderek daha da yaygınlaşmasından dolayı en önemli ikinci sorundur. Hatta bu sorun, global terörün Almanya’ya sıçrama ihtimalinden daha da tehlikelidir. Çünkü terörle mücadele, önyargı ve gizli düşmanlıkla mücadeleden daha somut unsurlar içerir ve daha kolay netice verir.
Almanya bir göç ülkesidir. CDU-CSU kökenli bazı politikacıların iddialarının tersine, giderek daha fazla göç ülkesi olmaya devam etmektedir. Almanya’nın en önemli göçmen kitlesini müslüman kökenliler oluşturmaktadır.

Üçüncü sorun alanı olarak tanımlanan demografik yapıdaki değişim, Almanya’yı göç ülkesi olmaya zorunlu tutmaktadır. Nüfus yapısındaki bu değişimle bağlantılı olarak göçün yoğunlaşması, Almanya açısından bir beklentidir ve bu sebeple cazibe merkezi haline gelmek isteyecektir. Ancak giderek daha alt tabakalara yayılmaya devam eden İslam düşmanlığı, toplumsal barışı zedeleyecek bir noktaya doğru seyretmektedir. Toplumsal barışın tehdit altında olması, farklı unsurlara yönelik düşmanca tavırların yaygınlaşması, Almanya’yı zor duruma sokacaktır.
Nazi Almanya’sı tecrübesinin izleri, bu tecrübeyi yaşayan insanların hafızalarında canlılığını korurken, bu düşmanlığın bu ülke için ne kadar anlamlı olduğu açıkça ortadadır. Nazi Almanya’sının propogandaları ile büyüyen bir neslin, sosyalleşme evresinde edindiği bu izleri çeşitli fonksiyonlarıyla yeni nesillere taşıması kadar doğal bir durum olamaz. Dolayısıyle bu izler uzun yıllar daha ülkeyi etkisi altında tutacaktır. İnsan hafızası, sosyalleşme sürecinde tarihin bir dönemi yanlışlarla dolu diye bir anda bunları kazıyıp atamaz. Söz konusu izlerin İslam düşmanlığı ile beslenmesi, ülkenin Müslüman halkı için doğal olarak tehlikeler barındırmaktadır.

Sonuç olarak Almanya’nın bu üç sorun alanı da etkisi itibarıyla genelde göçmenleri, özelde de Müslümanları oldukça yakından etkilemektedir. Sorun alanının Müslümanlarla olan bu bağlantısı, sorunların Müslümanlardan kaynaklandığı anlamını taşımaz. Ancak Müslümanların bu sorunların çözümü ile birlikte toplumla bütünleşmelerini ve topluma sunacakları katkının artmasını hızlandıracak özellikler içermektedir. Bu sorun alanlarının toplumun müslüman üyelerinin katkısıyla çözümü çok daha verimli olacaktır.
Diğer taraftan bu sorun alanlarının Müslümanlar ve göçmenlerle olan doğrudan ilintisi, bu sorunların çözümünü zorlaştırmaktadır. Çünkü bu sorunların sadece Müslümanların veya göçmenlerin sorunu olduğunu zanneden ve kendisini realiteye açamayan ve kendisini aşamayan unsurlar, asıl sorunlar yerine Müslümanları gündeme taşıyarak enerji ve kaynakların boşa harcanmasına sebep olmaktadırlar. 82 milyonu ve Almanya’nın geleceğini doğrudan ilgilendiren bu sorunların çözülememesinin önündeki en büyük engel budur. Almanya bu engeli aşmak ve bu zorlu görevi yerine getirebilmek için bilim dünyasından faydalanmak durumundadır.

Son olarak Federal Aile Bakanı Schröder’in kendi yaptırdığı araştırma sonuçlarını kabullenmekte ne kadar zorlandığını hep birlikte gördük. Oldukça genç bir bayan olan sayın bakan bu kadar zorlanırsa, kendisinden daha yaşlı ve toplumsal değişimi kabullenmekte daha çok zorlanabileceği düşünülen diğer eski politikacıların kendilerini bu raliteye ne kadar açık tutabileceklerini düşünmek sanırım çok da zor değildir. (1) Kısaca; yapılacak daha çok iş vardır. Toplumun vazgeçilmez birer parçası haline gelen Müslümanların bu noktada kendilerini anlatmalarının ve sorumlulukları paylaşmalarının ve buna imkan tanınmasının önemi daha da artmaktadır.

(1) “Yaşlılar daha çok gelişmelere kapalıdır” önyargımdan dolayı ak saçlılardan şimdiden özür diliyorum. Biliyorum ki, insanlar yaşlandıkça daha çok muhafazakarlaşsa da, bazen pek çok gençten daha gerçekçi ve daha dünyaya açık olabilmektedirler.


Yazarın diğer yazıları:

ALMANYA’NIN ÜÇ SORUNU
Hilal Sezgin’in Mihriban’ı
Kadın Dindarlığına Hürriyet
Çağdaş Dünyada Kadın Sorunlarına İslami Bakış
Almanya ‘artık vatan’ mı?
Yeni bir skandal!
Buna hakkınız yok
Almanya’nın rotası
Müslüman Kadınlar, Birleşin!
Namus Cinayetleri
Türkler şiddet kurbanı
Almanya yaşlanıyor
A’dan Z’ye plan olsanız ne yazar?
Seçimler ve Azınlık Türk Kadın Hareketi İlişkisi
Göçelim, ancak göçen olmayalım!
Erkekler farklı mı ölür?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Aman, çifte kavrulmayalım!
Avrupa aydınlanmış da...
Hollanda’da pişti, üzerimize düştü
Kadınlar siyasetin neresinde?
Azınlık Türk kadın hareketi var mı?


SAYFA BASI

Mahmut Aşkar

Kültürel Genetiği Değiştirilen Türk
Kültürel genleriyle oynanmış Türk de, yine Türk olmasına Türk ve Müslüman olmasına müslümandır fakat... Devam

Ayten Kılıçarslan

Hilal Sezgin’in Mihriban’ı
Almanca’yı bir edebiyat dili olarak en iyi kullanan kalem üstadlarından Hilal Sezgin; hem Almanca hem de Türkçe’ye doğmuş bir yazar. Devam

Yakup Yurt

FACEBOOK’TA FİLOZOFİK ETKİLEŞİM…
Şu internet herkesi şair, yazar, entellektüel, sanatsever ve filozof yaptı valla…
Devam

Orhan Aras

BAĞIMSIZLIK RUHU
Proğram bittiğinde hepimiz Azerbaycan doluyduk. Dili dilimizde, sevinci yüreklerimizde, hasreti dudaklarımızda ve geleceğinin aydınlığı da gözlerimizdeydi. Devam

Hidayet Kayaalp

“ÜSTÜNÜZÜ GİYİNİN ÜŞÜRSÜNÜZ”
Artık iş bir “kahraman”a kalmıştı ve mendilden tavşan değil “Gandi Kemal” çıkıverdi... Devam

Prof. Dr. Hacı Duran

Akademinin Gölgesinde Psikolojik Şiddet
Ancak amaç psikolojik şiddet uygulama olunca, muhatapla dalga geçme, onu mantıksız sorularla ezmeye çalışma, bir teknik olarak her zaman uygulanır. Devam

Prof. Dr. Ramazan Demir

“Numaracı” Cumhuriyetçiler...
İktidar ve muhalefetin uyumuyla oluşan bir “kurucu meclis” aracıyla, çoğunluğun “evet” diyebileceği bir çağdaş anayasa yapabilirdi.   
Devam

Ali Kılıçarslan

“Müslümanı Avrupalılaştırmak”
Avrupa’nın mı islamlaştığını, bir başka deyişle müslümanlaşacağını öğrenmek isteyenler, özellikle Almanya Türkleri’nin geleceği hakkında fikir yürütenler, bu kitabı mutlaka okumalılar. Devam

Leman Kuzu

YURTSEVERLER, SÖZÜM SİZE!
Son zamanlarda ülkemizde yaşanan olayları ne şekilde kaleme alacağımı şaşırmış durumdayım ve hatta yazmaya başladıkça içim yanmaktan öteye geçiyor. Devam

Yakup Tufan

NRW SEÇİMLERİ VE TÜRKLER’İN ÖNEMİ
Almanya’da  yaşayan Türkler’in varlığından gerçekten de haberdar mı olundu? Türkler artık kıymetlendi mi?... Devam

Şefik Kantar

Batı cephesi bildiğiniz gibi
İçedönük Alman politikalarının temelinde; Almanlığı ve Alman İslamı’nı dayatma, ne şekilde olursa olsun kabul ettirme düşüncesi yatıyor.
Devam

Nuran Yelkenci

8 Mart Dünya Kadınlar Gününde Müslüman Türk Kadınının Yeri...
Ev ekonomisini en iyi şekilde yönetebilen akıllı, eğitimli bir kadın neden ülkeyi
 yönetemesin?
Devam

Ozan Yusuf Polatoğlu

Bitlis’de 5  Minare  İsviçre’de 4 Minare
İsviçre’nin Müslümanların yaşamadığı çok kenar çevrelerden yüksek oranda minareye hayır oyları çıkmış, yoksa minareyi çok başka bir şey mi sanıyorlar fıkradaki gibi… Devam

Muhsin Ceylan

Eğitim masallı uyum yalanları...
Günümüzdeki uyumla alakalı sıkıntıların sebeplerinin mevcut kanun ve uyugulamalar olduğunu Sayın Bakan bilmez mi? Devam

Üzeyir Lokman Çaycı

Çocuklar bizim!
Gerekirse suç işlenen bölgelere psikologlar, spor öğretmenleri, antrönerler,  spor salonları, kütüphaneler,  götürülmelidir... Devam

Umut Bulut

Kalıbınıza tüküreyim
İnsan olarak en çok da sevdiklerimizden darbe alınca yaralanırız ya, bu yara kolay kolay kabuk tutmaz. Devam

Mehmet Ali Aladağ

Kötüler ve İyiler
Adam doğan güneşe sırtını çevirdi, batacak güneşten yana yüzünü döndü. Devam

Nurdoğan Aktaş

Türkçe Konuşulan Yerler İstanbul’dur

Tofiq Abidin

RAŞİT DEMİRTAŞ a  UĞURLU YOL
 

İsmail Tüysüz

BİZDEN ÖNCE MASALLARIMIZ GELMİŞ

Doğan Tufan

Bizans Oyunlarına dikkat