DUYGULAR
Ayten Kılıçarslan
|
|
a.kilicarslan@t-online.de
|
Avrupa
aydınlanmış da...
Diyelim ki, Avrupa aydınlanmıştır.
Diyelim ki, aydınlanmış Avrupa demokrasinin beşiğidir.
Diyelim ki demokrasi, çoğunluğun, azınlığın
haklarını koruyarak yönetmesi kuralına göre işler
ve bu sebeple en iyi rejim olma özelliğine sahiptir. O
halde söz konusu azınlık, “Avrupalılık”
denilen “ortak değerler” ailesinin bir parçası
kabul edilmese de, bu kural geçerli olmalıdır. Daha
açık bir ifadeyle bu azınlık, Avrupa’nın
herhangi bir ülkesinde yaşayan ve hıristiyan
olmayan insanlardan oluştuğunda, yasalar çerçevesinde
tesbit edilmiş hakları zaten korunma altında
olmalı; buna ek olarak, onlara farklı ve dışlayıcı
bir muamele yapılmamalıdır. Zaten aydınlanmanın
temelinde “insan” vardır. Hiçbir oluşum
insandan daha değerli değildir. Devlet de dahil bütün
organizasyonlar insan için vardır. Onun için de
devletin kurallarının nasıl ve ne şekilde
işleyeceğine insanlar karar verilerr. İnsan her
şeyin temelinde olduğuna göre, insanın ve
insanlığın onuru en başta korunması
gerekendir. Hal böyle olunca da insanın ırk, din, dünya
görüşü, cinsiyeti ve sınıfı, onun dışlanma
sebebi yapılamaz.
Nitekim Avrupa
Birliği’nin ayrımcılığı önleme
tedbirleri bunları içerir. Birliğe üye ülke
Almanya’nın da Federal ve Eyaletler düzeyinde uyum
yasaları çıkararak ayrımcılığı
önlemesi, aydınlanmanın ve demokrasinin temel
felsefine uygun, hatta şartıdır. Avrupa Birliği’nin
de temeli, birçoğuna göre, Hıristiyanlık ile
şekillendiğine ve kaynağı aydınlanmaya
dayandırılan değerlerden oluştuğuna göre,
bu değerlerin yılmaz savunucusu Almanya için de bu
durumun geçerli olması gerekir.
Halbuki durum hiç
de böyle değil. Söz konusu değerler, demokraside
olduğu gibi, işine gelenin işine geldiği
alanlarda kullanılmakta, genel geçer kural olarak
dikkate alınmamakta. Türklerin yoğun olarak yaşadığı
Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde de durum bu. “Ayrımcılığı
Önleme Yasası” bir türlü çıkarılamıyor.
Yasanın çıkması için Yeşillerin gösterdiği
çabalar, kiliselerin baskısına dayanamayan SPD yüzünden
dumura uğruyor. Çünkü kiliseler, dini ayırımcılığın
yasa kapsamına alınmasından yana değil.
Burada
kiliselerin engeli, kiliselerin kendi iç yapılanmalarına
dışarıdan müdahale edilmesini önlemeye yönelik.
Bilindiği gibi Almanya’da, Katolik ve Protestan
Kiliseleri ile diğer küçük hıristiyan gurupları,
sadece kendilerine özgü kiliseleri ile değil, adına
“külliye” denilebilecek şekilde organize
edilmiş donanımlı hizmet ağına da
sahiptirler. Bu ağa çocuk yuvaları, hastahaneler, eğitim
kuruluşları, huzur evleri, aşhaneler v.s. de
dahildir. Özellikle katolikler, anlaşmalı olarak işe
aldıkları personeli, Katolik Kilisesi’ne bağlı
elemanlar arasından tercih ederler. Mesela -istisnalar
hariç- bir eğitimci katolik dinine göre vaftiz edilmemişse
ve Katolik Kilisesi’nde kaydı yoksa, katoliklere ait
bir eğitim kurumunda süresiz iş akdine dayalı
olarak çalıştırılmaz. Ancak, kısa süreli
sözleşmeli elemanlar alınmaktadır.
Söz konusu yasa
çıktığında, Yeşiller açısından
her türlü ayırımcılık bu yasa kapsamına
alınacak, “dine dayalı ayırımcılık”
da bu kapsama dahil olacaktır. Kiliseler ise, bu durumda
kendilerine başvuran kişiyi katolik olmadığı
için geri çeviremeyecek, işe almak zorunda kalacaktır.
Bir de burada ilginç olan, bu kurumların aynı
zamanda devletten mali destek de almaları ve buna rağmen
iç dinamiklerini korumadaki ısararlarıdır.
Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde kiliselere bağlı
çocuk yuvalarının yer yer yüzde 90’ı aşan
oranda vergilerle finanse ediliyor olması, bu durumu daha
da bir karmaşık hale sokmaktadır. Çünkü bir
yandan vergilerden elde edilen fonlarla hizmet verip, diğer
taraftan da kapalı kapılar ardında, kendi iç
prensiplerine göre çalışmak hem ahlaki değildir,
hem de politik olarak kabul edilemez bir durumdur. Çünkü bu
vergiler, katolik kilisesinin kendi belirlediği
kurallarla hizmet sunması için toplanmamaktadır.
Herkese açık olarak kullanılmak zorundadır.
Neticede, kiliselerden gelen, dini ayırımcılığın
“ayırımcılık” olarak yasada yer
almaması talebi, şimdiye kadar SPD tarafından
dikkate alınmış, yasanın dini ayırımcılığa
yer verilmeden çıkarılmasına da Yeşiller
rıza göstermemişti.
Son olarak
İslam ve Müslümanlar hakkında oluşturulmaya
çalışılan “Müslümanlar demokrasiye
inanmaz” veya “İslam ve demokrasi uyuşmaz,
onun için dindar Müslümanlar demokrasi için her an
tehlikedirler” imajı, bu yasada dini ayırımcılığın
yasaya dahil edilmemesi için önemli bir koz olarak kullanılacaktır.
Bütün tartışmalar Müslümanlara yönelik ayırımcılığa
odaklanacak, “Müslümanlara yönelik ayırımcılık
zararlı sayılmaz” türü bir düşüncenin
kafalarda yer etmesi için elden gelen her türlü çaba gösterilerek
konu çarpıtılacaktır. Halbuki sözkonusu
yasada yer alacak “dini mensubiyet ayırımcılık
sebebi olamaz” türü bir ibare, hangi din ve dünya görüşünden
olursa olsun inanan inanmayan herkesi kapsar. Böyle bir
yasada dini ayırımcılığın yer
almaması, gelecekte Müslümanların açıkça
dini mensubiyetleri gerekçe gösterilerek sosyal hayatın
her alanında ayırımcılığa uğramalarını
daha da teşvik edecektir. Yasanın bu tür bir
eksikliğe rağmen çıkması, ayırımcılığa
resmi bir boyut kazandıracak, dünya görüşüne
dayalı sınıflar oluşmasına sebep
olacaktır.
Evet, Almanya
bir Avrupa ülkesi, hatta Avrupa Birliği’nin baş
savunucusudur. Almanya’nın aydınlanma dönemine büyük
katkısı olmuştur. Demokrasinin yerleşmesi
açısından Almanya örnek dönemlerden geçmiş
tecrübeli bir ülkedir. Bütün bu doğruların bir
araya gelmesi, Müslümanlar başta olmak üzere dinden
dolayı insanların ayırımcılığa
uğramasına ne kadar engel teşkil edecektir,
bunu göreceğiz. Bu ülkede, F. Anayasa’nın 7.
maddesine rağmen devletin okullarında İslam din
(bilgisi) dersi verilebildiğine, F. Anayasa’nın 4.
maddesine rağmen veliler, çocuklarının eğitiminde
Gençlik Dairesi’nden (Jugendamt) daha az söz sahibi
olabildiğine; hem Alman Anayasası, hem de İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yer alan “din ve
vicdan hürriyeti”ne rağmen, eğitimli Müslüman
kadınların başörtüsü bahane edilerek meslek
icra etmeleri engellen(ebil)diğine göre, bu ülkede bir
şeyler henüz aydınlık değildir. Bu da,
“Ayrımcılığa Karşı Yasa”nın
yanında, Avrupa Birliği felsefesinin, aydınlanmanın
ve demokrasiye biçilen değerin daha çok tartışılması
gerektiğini gösterir.
Neticeten, bu
konuda düşünme görevi sadece AB üyesi ülkelerde yaşayan
Avrupa göçmenlerinin değil, AB kapısında
bekleyen Türkiye politikacılarının da hayrınadır...
E-Posta: a.kilicarslan@t-online.de
Yazarın
diğer
yazıları:
Avrupa
aydınlanmış da...
Hollanda’da
pişti, üzerimize düştü
Kadınlar
siyasetin neresinde?
Azınlık
Türk kadın hareketi var mı?
SAYFA
BASI
|