·  ANASAYFA  
·  AVRUPA HABER  
·  MEDYA  
·  EKONOMI  
·  FIRMALAR  
·  SPOR  
·  YAZARLAR  
·  BASIN ÖZETLERI  
·  COCUKLAR  
·  KADIN & YASAM  
·  BEDAVA SMS  
·  BEDAVA POST  
·  DOWNLOAD  
·  TREIBER  
·  CHAT  
·  NETMEETING  
   
   


  DUYGULAR

     Ayten Kılıçarslan

 


a.kilicarslan@t-online.de


Hollanda’da pişti, üzerimize düştü

  Son günlerdeki tartışmalarda öyle bir noktaya gelindi ki, sanki terör müslümanlara özgü bir olaymış, şiddet içeren eylemler islami bir tavırmış gibi sunularak müslümanlar suçluluk psikolojisinin en diplerine doğru çekilmeye çalışılır hale geldi. En son Hollanda’da yaşanan cinayetin ardından yirmibeşi aşkın cami, birkaç kilise ve islami ilkokulun yakılması bile konuşulmadı. Onun yerine Alman halkı, müslümanların ne kadar potansiyel tehlike içerdikleri, okul gezilerine katılmayan öğrencilerin uyumsuz ailelerin çocukları oldukları, başörtülü kadınların ezilen kadınlar oldukları gibi, olayla uzaktan yakından ilgisi olmayan ve doğru da olmayan uyduruk bilgi bombardımanına tabi tutuldu. Gündemin bu şekilde tek yanlı oluşturulması ortamı olabildiğine gerdi. Televizyonun karşısına geçenler, aynı anda en az iki kanalda İslamın ne kadar şiddet yanlısı, müslümanların ne kadar uyumsuz ve barbar olduklarını işleyen tartışma ve belgesellerle “aydınlatıldılar”.

  Ortalık bu kadar gerildi de ne oldu? Uyumsuz oldukları idda edilen ve gizli tehdit olarak sunulan müslümanlar sokaklara dökülüp de “ne oluyoruz? Almanya geriye doğru mu koşuyor? Gaz odaları ne tarafta?” diyerek Alman politikacıları ve medyayı silkeleyip kendilerine mi getirdiler? Hayır! Tersine, daha öncesinden hazırlanmış ve bu olaya tesadüf eden bir dönemde ellerine Türk, Alman ve AB bayrakları alarak Almanya barışı için yürüdüler. Yüründü de kötü mü oldu? Elbette değil. Gönül isterdi ki, sadece müslümanlar değil, terörden muzdarip ve teröre karşı olan herkes yürüsün. Bunun yerine sadece müslümanların yürümesi, suçluluk psikolojisinin bir ürünü gibi algılandı. Yürüyüşte taşınan pankartlarda “siz gerçi bizi terörist sanıyorsunuz ama bizim dinimiz aslında terörle bağdaşmaz, bizim cihad anlayışımızda kavgaya yer yok” mesajı vardı. Türk çocuklarının eline sarı-siyah-kırmızı Alman bayrakları verilerek, Almanların bile çocuklarına yaptıramadıkları yaptırıldı ve büyük bir uyum çabası sergilendi.

  Önde tabiiki organizatörler, yani yürüyüşü düyenleyen DİTİB yöneticileri olmalıydı. Fakat baktık ki bu yürüyüşün önünde Alman devletini temsilen milletvekilleri, bakanlar ve parti temsilcileri ile İslam ve müslümanlarla fazla ilişki içinde olmaktan hoşlanmayan bazı vatandaşlar da vardı. En son 12 Aralık Pazar günü WDR televizyonunda Lale Akgün’ün sözkonusu yürüyüşün düzenleyicisi olarak tanıtılması herhalde boşuna değildi. Lale Akgün aslında daha önce müslümanların sadece yüzde onunun organize olduğunu, organize olanların ortodoks müslüman olduklarını (hem ortodoks, hem müslüman nasıl olunuyorsa), kendisinin diğer yüzde doksan organize olmayanları temsil etmeye çalıştığını söylemişti. Konu yürüyüşe geldiğinde birden fikir değiştirdi ve bu yürüyüşe diğer ılımlı müslümanların (yani organize olmayanların) katıldığını söyledi. Burada koskocaman sırıtan çelişkiyi kimse de hatırlatmadı. Sanki DİTİB, bir organizasyon değilmiş gibi... sanki organize müslümanlar (nasıl oluyorsa) ortodoksmuş gibi...

  Köln sokaklarında ellerinde bayrak ve pankartlarla yürüyen 20.000 iyi niyetli insanın çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Aralarında “organize eden kim olursa olsun ben katılırım” diyerek DİTİB’in davetine icabet eden diğer etnik kökenli müslümanlarla birlikte bu insanlar, uyum sağlayamadığı için suçlu ilan edilen vatandaşlardı. “Uyum sağlayamadık ancak, buyurun bu yürüyüşümüzü kabul edin” der gibiydiler. Yani yürüyenler, ezilen başörtülü kadınlar, onları ezen müslüman erkekler ve her an aramalarla halılarının üstünde polis ağabeylerin ayakkabılarıyla gezdiği camilerin idarecileri... yani bu ülkenin paşa paşa vergisini ödeyen sade ve temiz vatandaşlarıydı. Tabii gelmişken bir de azar işittiler: “Müslümanlar Almanca öğrenmeliler!” Bütün medya bu veciz söze haber programlarında yer verdi. Bu ne demek oluyordu? Müslümanlar Almanca öğrenirlerse camileri yakılmaz demek miydi?, Müslümanlar Almanca öğrenirse terörist olmazlar demek miydi?, Müslümanlar Almanca öğrenirse başörtüsü uyumsuzluk işareti sayılmaz demek miydi?, yoksa Müslümanlar Almanca öğrenirse camilerde konuşulmasını şart kılacağımız vaaz ve hutbe dili (belki de ibadet dili) Almanca’yı anlamakta zorlanmazlar demek miydi, orası pek anlaşılamadı. Kısacası Hollanda’da adice bir cinayet işlendi. Bu cinayeti pişirenler, uyum politikasıyla örnek gösterilen Hollanda’yı alt üst ettiler. Sadece Hollanda’yı değil, bütün Avrupa’nın uyum politikalarını, göçmen politikalarını etkileyecek bir altyapı hazırladılar. Ve komşuda pişen tepemize düştü.

  Bu anlamda yürüyüş o kadar da önemli değildi. Yürüyüş, son tartışmalara sadece bir renklilik kattı. Ne bu yürüyüş sonrası medyada “bakın aslında biz müslümanları yanlış anlamışız, en az yirmibin kişi yürüdü gördük, müslümanlar da terörden rahatsız, islamla terörün ilgisi yokmuş, haksızlık ediyoruz” falan demediler. Tartışmalar aynı hızıyla sürdüğü gibi, o başörtülü kadınların köktendinci ve ezilmiş kadınlar oldukları iddasında ısrarla devam ettiler.

  Başörtüsü kadınlar için ezilmişlik sembolü diyenlerin, başörtülü kadınlara yaptığı “siz mazoşistsiniz”, yani eziyet görmekten zevk alıyorsunuz iftirasına nasıl sessiz kalınır bilemiyorum, anlamakta zorlanıyorum. Hele hele bunu Lale Akgün gibi bir psikoterapistin söylemesini, bu kişinin daha önce Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nde Göç Kurumunun başında nasıl bulunabildiğini, nasıl SPD İslam görevlisi olduğunu hiç anlamıyorum. Öyle ya, eğer başörtüsü ezilmişliğin sembolü ise, başörtülüler de ezilmekten zevk alan varlıklar olmalıdırlar. Veya tam tersine başörtüsü takanlar ezilmişliği savunan, takmayanlar da kesinlikle ret edenlerdir ve başörtüsüz hiçbir kadın ezilmiyor demektir. O halde sayın islam bilimcileri ve siz sayın islam uzmanları, politikacılar, medyacılar v.s.ler: “Bağımsız kadın hareketinin bir neticesi olarak 1970’li yılların sonunda Almanya’da açılmaya başlayan kadın sığınma yurtları, başörtülü kadınlar için mi açılmıştır? Kadına karşı şiddetin kurbanı olan Avrupalı kadınlar uyum sağlayamamış zavallı müslüman kadınlardır da biz mi bilmiyoruz?” Açıkçası bu soruya bir zamanlar kadın hareketinin bayraktarı, şimdinin müslüman kadın düşmanı Alice Schwarze’nin de cevap vermesini isterdim.

E-Posta: a.kilicarslan@t-online.de


Yazarın diğer yazıları:

Hollanda’da pişti, üzerimize düştü
Kadınlar siyasetin neresinde?
Azınlık Türk kadın hareketi var mı?



SAYFA BASI

| Ana Sayfa | Haberler| Gazeteler | Ekonomi | Firmalar | Spor | Yazarlar 

Copyright © Mima Datentechnik / Jülicherstr.20 / 52070 Aachen / Deutschland
Tel:
+49 (241) 900 57 50 (pbx)  Fax: +49 (241) 99 777 57  
e-posta:
info@Turkpartner.de
Bu site Mima Datentechnik Internet Servisi tarafýndan hazýrlanmaktadýr

Ayten Kılıçarslan
Hollanda’da pişti, üzerimize düştü
Mahmut Aşkar
Asaletine hayran olduğum
Muhsin Ceylan
Kin vaizleri /Hassprediger
Fikret Ekin
İman'ı Vurdular
Yakup Tufan
Uyum nedir?
Mustafa Can
Irak’takiler Ağlarsa Sen Ne yaparsın...
Yılmaz Kuzucu
Aşk gibi okumak
M. Ali Aladağ
Bomba yağar başıma
Orhan Aras
Susmak mı 
bağırmak mı?
Şensel Aşkın
Avrupa Birliğinin Derin Eleştirisi
Üzeyir Lokman Çaycı
Suçlar vadisi
Hidayet Kayaalp
İletişim kanalları ve farklı davranışlar
Betül Parlar
Medeniyet insanların lisanında saklıdır
Şefik Kantar
Bizi bekleyen Avrupa
M. Ali Aladağ
Gurbet düğünleri
Dr. Nebil Bozdoğan
Tırnak batması ile ilgili bilmemiz gerekenler
Sebahattin Çelebi
Adını bilmeyen şehirler…
Latif Çelik
Yanlış ata oynamanın bedeli
Ozan Yusuf Polatoğlu
Bayram o bayram ola
Sizden Biri
Seccadem
Ismail Tüysüz
Zamanı saklamanın sihri
İsmail Altıntaş
Akıl, Vahiy ve İslam Toplumları...
Ali Kılıçarslan
Sömürge Medeniyeti
Fazlı Arabacı
Yaralı bir bilinç