AYNA
S. Semih Sedef
|
|
s.semihsedef@yahoo.de |
Yitik hayatlar...
30 Ekim 1961 tarihinde başlamıştı Türkiye’den yurtdışına
düzenli iş göçü. Savaşın yaralarını sarmaya çalışan Federal
Almanya Cumhüriyeti, Türkiye ile de bir anlaşma yapmıştı o
tarihte . Kim bilebilirdi ki, bir dönüm noktası olaracaktı
bu tarih biz “Almanya Türkleri” için…
Ne umutlarla başlamıştı‚
Alamanya’ serüveni, hatırlar
mısınız? Hani Sirkeci’ den kalkan o kara trenlere yarınların
getireceği acıları hesaba katmadan, ne umutlar bağlamıştı
önce dedelerimiz kısa bir zaman sonra da ninelerimiz…
Herkes binememişti sevenleri birbirinden ayıran o zalim kara
trenlere. Hani kovboy filmlerinden aşina olduğumuz
görüntülerdeki gibi her bir ’gurbet yolcusu’ numaralanıyordu
hatırlarmısınız...
Ağzında bir çürük dişi olanlar bile gurbet
çilesi için ‘onay’ veya bilet alamıyordu acı vatan
Alamanya’ya... Anadolu tabiriyle, sapa sağlam niceleri
kazanamamıştı Alamanya yolunda çürüme hakkını…
Hani bir tahta valizin dışında memleketten hiç birşey
almadan, koyulmuştuk yollara…
Bir traktör, birazda tarla alacak kadar para biriktirip
sonra dönecektik ya,...
Hani
misafirliğe gidercesine, anayı, babayı, bazılarımız ise
oğlunu, kızını, eşini, yarini ardında bırakıp o çetin yola
baş koymuştu ya,..
Binemeyenler ise buruk dönmüşlerdi evlerine. Utanarak
bakıyorlardı tanıdıklarının yüzüne. Olmamıştı, olamamıştı.
Çile dünyasına bu seferlik bilet alınamamıştı. Fakat bu
yeniden denenmeyecek demek değildi.
Çileye ‘evet’ alanlar, törenler ile karşılanmış, hoşgeldiniz
diyen güler yüzler ile varmıştı umutların ülkesi
‘Alamanya’ya’. Ve var güçleriyle çalışmış, yememiş, içmemiş,
dilini, dinini, örf ve adetlerini bilmedikleri diyara
gençliğini, hasretini, sevdasını hediye etmeye başlamıştı o
baştacı her birinin eli ayağı öpülesi birinci nesil...
Nerden bakılırsa bakılsın, bir ‘eziklik’ ile başlayan
fedakarlık yumağında bir kahramanlık serüveni bu….
Avrupa’ya, göç tarihine not düşüyordu dedelerimiz,
ninenelerimiz çektikleri çilelerle... Henüz bunu yazan
olmadı ama yarının tarihçilerinin en bereketli malzemesi bu
Alamanya merkezli Avrupa’ya göç...
Neredeyse 46 yıldır ‘misafır’iz bu memlekette. Aslında
bilmeyen yok, kök saldık buraya. Bir parçası ‘olamadığımız’
Alamanya’da kültürümüzü, kendimizi tanımadan,
tanıyamadan çabalamadık mı Türkleri tanıtmaya. Kültürsüzlük
içerisinde, iki kültür arasında sıkışıp kalmadı mı
çocuklarımız? Bir yandan her sene ‘geriye’ dönebilme umudunu
her geçen gün gönlümüzde hasret gözyaşlarıyla yeşertip, bir
yandan da aslında buralı olabilmek için çabalamadık mı hep?
Hani yola çıktıklarında taşı sıksalar suyunu çıkaran
dedelerimiz ve ninelerimiz anavatana geri dönüşlerde
uçakların sadece kanat altlarındaki bagajlarda kendilerine
ancak tabutların içinde yer bulabildiler.
Göç... Ve göçenler... Ne hazin, ne duygu ve ne acı yüklü bir
kader bu Allah’ım!
‘Hanım bu sene ödiyelim bu borçları da dönelim aid olduğumuz
topraklara. Soğan ekmek yer ama en azından hör görülmeyiz.’
demedik mi her sene ?
Tarifsiz
heyecanlar ve yüreğimizdeki vatan hasreti ile düşmedik mi
yollara, her sene ? Her sene memlekete varamadan,
‘Alamancı’ diye hor görülmedik mi ? Yüreğimiz kan kusmadı mı
? Cız etmedi mi içimiz ? Bulgaristan’dan çıkıpta Kapıkuleye
girişte, o vatan kokusunu alır almaz yüreğimiz göğsümüzden
fırlarcasına çarpmadımı? ...
Almanya’da ‘yabancı’ , Türkiye’de ‘Alamancı’…
Biz kimdik? Nereli, nereye aittik ? Burnumuzda tüten
vatanımızın insanının bile bize yabancı gözü ile bakması
neye hikmetti ?
Evet, Almanya’daki Türk kökenli nufusun tanımının karmaşık
olduğu söylenir, tıpkı buralardaki varlığımız gibi. Bizlere
önceleri, ‘Alamancı’ etiketi yapıştırılmıştı. Fakat bu sıfat
öyle bir hal almştır ki zaman içerisinde, artık, tabiri caiz
ise, aşağılayıcı, dışlayıcı ve ötekileştirici bir anlama
büründü. Bu tanımın ardından güzel Türkçemize ‘Gurbetçiler’
sıfatı girecekti. Bu ise özelikle yeni kuşak tarafından
benimsenmemektedir. Kaldi ki benimsenmesi imkansız
değilmidir zaten ? Evet, ‘‘gurbet ellerde’, yapayanlız
ayakta durmaya çalışıyoruz’ der büyüklerimiz, fakat 46
yılını bu vatana vermış olan, burada bir çok başarıya imza
atmış ve içimizden Alman meclisine dahi girebilmeyi
başarmış, bizleri temsil eden bunca başarılı insan
yetiştirmiş olmamıza ve yetiştirmeye devam ederken, hatta
‘Almanca Türkçesi’ kullanır olmuş iken, uzun lafın kısası,
bu vatana kök salmış iken nasıl olurda bizler gurbetçi
olarak tanımlanabiliriz ???
Ve Almanya Türkleri. İşte bu kavram, bu topluluğun anlamını
en doğru biçimde karşılamaktadır. Mutlu yanları az fakat
acıları yumak yumak olan Avrupa’ya göçte Anadolu’nun
bağrından kopup diyarı gurbete yelken açtırılmış, cefakar ve
bir o kadar da fedakar olan günümüzün Avrupa Türkleri’nin
Türkiye Cumhuriyeti için bir manası ve değeri var ise, ki
bunca sene üvey evlattan daha da hor görülüp bu çetin yolda
yanlız bırakılmışlığın ardından, en azından ,telafi etmez
ya, bir hakkın teslimi olması noktasında, bu kavramın artık
resmi olarak kullanılmasını istemek büyük bir talep olmasa
gerek. Yoksa yanılıyor muyuz?...
Senelerdir bitmek tükenmek bilmeyen şu derin uykudan
uyanmanın vakti geldi de geçmedi mi? Üzerlerini
kapatamayacağımızı bile bile bir çok gerçeği yoktan sayarak
yaratılmışların en şereflisi insanların hayatları ile
hovardaca oynamanın, tanımlamada da olsa bile, bir sonu
olmalı!..
Evet, biz ne ‘ALAMANCI’, ne ‘YABANCI’, ne de ‘GURBETÇİYİZ’
Biz
ALMANYA TÜRKLERİYİZ….
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer yazıları:
Yitik
hayatlar...
|
|
|
|