Fransa
olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
Fransa’da başlayan ve daha sonra Belçika ve kısmen
Almanya’ya da yansıyan olayların, Türkiye’deki aydınlar
tarafından doğru bir şekilde analiz edilmesi ve Türk kamuoyu
tarafından doğru anlaşılması gerekmektedir.
Bu, Avrupa’daki göçmen Türklerin karşı karşıya
bulundukları sosyal ve politik gerçekleri anlamak bakımından
oldukça önemlidir. Bugün, AB rakamlarına göre, Avrupa’da çeşitli
milliyetlerden 14 milyon Müslüman yaşamaktadır. Bunun yaklaşık
4,5 milyonunu göçmen Türkler teşkil etmektedir. Yüzde sekseni halen Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olan ve artık gittikleri ülkelere yerleşerek
“misafir işçi” durumundan çıkmış olan Müslüman Türklerin
kaderi genel olarak diğer göçmen Müslümanlardan çok farklı değildir.
Avrupalılar, Endülüs Müslümanları dışında, tarih
boyunca İslam adına hep Türklerle karşılaşmışlardır.
Bu sebepten Avrupa’da Türklük ve Müslümanlık daima eş anlamda
kullanılmıştır. Avrupalılar bugün de İslam
denilince öncelikle Türkleri ve özellikle de 1527 yılından itibaren
240 yıl boyunca ödedikleri Türk vergisini (Türkensteuer) ve Viyana kuşatmasını
hatırlarlar. Türk kamuoyu, 17 Aralık ve 3 Ekim öncesi şahit
olduğu gibi, AB’ye üyelik müzakerelerinde de Viyana travmasının
nasıl derin izler bırakmış olduğunu görecektir.
Avrupalılar, bin yıllık münasebete ve bilginin inanılmaz
bir hızla edinildiği ve yayıldığı çağımıza
rağmen, İslam ve Türklük hakkında hemen hemen hiçbir şey
bilmezler. Avrupa okullarındaki ders kitaplarında bu bin yıllık
yoğun askeri, siyasi ve ticari münasebetten neredeyse hiç bahsedilmez.
Avrupa ülkelerinin yöneticileri büyük bir maharetle kendi halklarının
Türklük ve Müslümanlık hakkında doğru bilgi sahibi olmalarını
önleyebilmişlerdir. Öğretilen tek şey Türklerin barbarlığıdır.
Günümüzde Avrupa kamuoyunun % 60’tan fazlasının Türkiye’nin AB
üyeliğine karşı çıkmasının asıl nedeni de
budur.
Her ülkede olduğu gibi, Avrupa ülkelerinde de çeşitli meseleler
vardır. Geleceğe ait sıkıntıların başında
da nüfus meselesi vardır. 1960’lı yıllardan itibaren Avrupa ülkelerine
gelen ve geriye dönmeyen Müslüman göçmenlerin nüfusu devamlı artarken,
Avrupalı nüfus azalmaktadır (Federal İstatistik Dairesi’ne göre,
Almanya’da bir saatte 5 Türk çocuk dünyaya gelirken bu Almanlarda sıfırdır.)
Avrupa’ya ilk gelenler, sadece fabrikalarda kol gücü ile çalışacak
olan misafir işçilerdi. Halbuki şimdi onların yerine toplumun
her kesiminde çok farklı roller üstlenmiş, hatta parlamentolarda ve
tüm karar alma mekanizmalarında birer ikişer sandalye işgal eden
göçmen Müslümanlar var. Avrupa’daki göçmenlerin kısa zaman içinde
kaydettiği bu gelişmeleri, az önce özetlemeye çalıştığımız
tarihî önyargılarla ele alan bir kısım Avrupalı elit, ne
yazık ki yakın geçmişte Almanya, İtalya ve İspanya’da
görülen ırkçı hareketlere benzer gelişmelerin ortaya çıkmasına
adeta çanak tutmaktadırlar.
Avrupa ülkelerinde ırkçılık tırmanıyor…
Avrupa’da yaşayan Müslümanların tüm sosyal, ekonomik ve kültürel
meselelerinin kaynağında, Avrupa’da tarih boyunca var olan ve son yıllarda
korkunç derecede tırmanan “Yeni Irkçılık (Neo Rasismus)”
hareketleri vardır. Yeni Irkçılık hareketine mensup olanlar,
Nazi ya da faşist üniformalar taşımazlar. Onlar devlet
dairelerinde, eğitim kurumlarında, siyasi parti organlarında veya
fabrikaların yönetimlerinde kendilerini gizlerler. Onları ancak önlerine
Hans ile Hasan geldiği zaman, Hasan’a takındıkları tavırdan
veya Mehmet’e karşı duruşlarından fark etmek mümkün
olabilir, her zaman sinsidirler. Zaman zaman, Solingen ve Mölln’de olduğu
gibi, gecenin karanlığında göçmen Türklerin evlerini kalleşçe
kundaklamak üzere ortaya çıktıklarını da görebilirsiniz.
Çok kültürlü topluma ve birlikte yaşamaya inanmazlar. Entegrasyondan
anladıkları tek şey asimilasyondur. Bunu en yetkili ağızların
dile getirmesinden endişe etmezler. Kopenhag Kriterleri’ni başka ülkelere
dayatırken, kendi ülkelerindeki okullarda göçmenlere anadil derslerinin
verilmesine bile tahammül edemezler. Dinler ve kültürlerarası diyalog çalışmalarının
baş düşmanıdırlar. İşte bu “Yeni Irkçılık”
ve onun ürünü olan “yabancı düşmanlığı” ve
“ayırımcılık” Fransa’da baş gösteren olayların
da ana kaynağıdır.
Avrupa’nın
demokrasi, insan hakları, hoşgörü, çok kültürlülük gibi konuları
dilinden düşürmeyen Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere gibi
en gelişmiş ülkelerinde en ileri boyutlarına ulaşmış
durumda olan ırkçı ve ayırımcı hareketler, ne yazık
ki Avrupa’yı giderek yaşanılmaz bir kıta haline
getirmektedir. Avrupa ülkelerindeki ırkçı hareketlerin gelişimini
bizzat kendilerinin yayınladıkları raporlardan tespit etmek mümkündür.
Sadece Almanya’da 2004 yılında meydana gelen ırkçı ve
yabancı düşmanı saldırıların sayısının
20 bini aştığını hatırlamak, olayın hangi
boyutlara ulaştığını anlatmaya yeter.
Irkçı ve ayırımcı politikalar sebebiyle bugün
Avrupa’daki özellikle Müslüman göçmen çocukları yeterli eğitim
alamamaktadır. Çünkü daha ilköğrenimden başlayan ayırımcı
tutum ve davranışlar lise ve üniversiteye giden yolu göçmen çocuklara
kapatmaktadır. Meslek eğitimi için ise önce Hans’a sonra da
Hasan’a şans tanınmaktadır. Bunun tabii sonucu olarak mesela
Almanya’da Almanlar arasında işsizlik oranı % 9 olduğu
halde Türkler arasında % 20’ye ulaşmıştır. Fransa,
Belçika, Hollanda gibi ülkelerde durum daha da vahimdir. Yani göçmen Müslümanlar
fakirleşmektedir… Ayırımcı politikalar sebebiyle Müslümanlar
yaşadıkları şehirlerin her semtinde oturma imkânı
bulamamakta, bu durum Avrupalı yöneticilerin oluşturduğu ve daha
sonra da kalkıp şikâyet ettikleri “gettolaşma”ya sebep
olmaktadır. Bir bakıma kenar mahallelerdeki sosyal konutlarda
“sosyal bombalar” oluşturulmaktadır.
Ayırımcılık her yerde ve her zaman…
Özellikle ABD’de 11 Eylül olayı, geçen yıl Hollanda’da bir
rejisörün kafa karıştıran bir biçimde Faslı Müslüman
bir genç tarafından öldürülmesi ve geçen aylarda Londra’da yaşanan
olaylardan sonra göçmen Müslümanlar, inanç ve ibadet hürriyetleri anayasa
teminatı altında olduğu halde, bugüne kadar görülmemiş
bir manevi baskıya maruz kalmışlardır. Televizyon
haberlerinde “Müslüman teröristler” vurgusundan iyice gerilmiş
insanların cuma namazından sonra cami çıkışında
kimlik yoklamasına maruz kalmaları, camilerin sık sık
ayaklarında postallarıyla polis tarafından basılması
gibi olayların tüm Müslümanları rencide etmesi, diğer din
mensuplarının kendi kıyafetleri ile öğrenim gördüğü
halde Müslüman kızlara başörtüsü yasağı getirilmesi ve
nihayet başörtülülere iş verilmemesi gibi uygulamalar son aylarda
varoşlara sıkıştırılmış gençleri çoktan
birer barut fıçısı haline getirmişti.
İşte Fransa, Belçika ve Almanya’da görülen olayların arkasındaki
gerçek psikolojik tablo budur. Avrupa’da faaliyet gösteren göçmen Türklerin
kurdukları örgütler, yaptıkları faaliyetlerle her biri birer
saatli bomba haline getirilmiş işsiz ve eğitimsiz gençleri
topluma kazandırmak için bugüne kadar büyük çaba harcadılar. Ama
aynı ölçüde örgütlü olmayan diğer milliyetlerden göçmen çocukları
nihayet patladılar; aşağılanmaya, horlanmaya ve sahipsizliğe
karşı tepkilerini böyle ortaya koydular. Bugün herkes, “Olaylar ne
zaman bitecek?” diye soruyor. Irkçı ve ayırımcı
politikalara son verecek köklü tedbirler alınmadıkça Fransa’da yaşananlara
benzer olayların Avrupa’nın her ülkesinde tekrarı ne yazık
ki kaçınılmazdır.
SAYFA
BASI
Yazarın
diğer
yazıları:
Fransa
olayları ve Avrupa’da ‘Yeni Irkçılık’
ETU
(Europaische Türkische Union)
ne yapıyor?
Birlik
yolunda ilk çabalar..
Avrupa
Türkleri`nin
Birliği
Mostar
köprüsü açıldı
Haydar
Aliyev'in ardından.....
SAYFA
BASI
|